PARASAL KADER: KÜÇÜK (YA DA BÜYÜK)BİR SERVETE DOĞRU KÜÇÜK ADIMLAR
Sonucunuz: Servet sahibi olmanın beş temel unsurunu öğrenerek parasal kaderinizin geleceğini elinize alın.
Para! Hayatlarımızın en duygu yüklü konusu. Çoğu kişiler biraz daha çok para elde edebilmek için, paradan çok daha değerli nice şeyi feda etmeye hazırdırlar. Kendilerini sınırlarının ötesine zorlar, aileleriyle, dostlarıyla geçirebilecekleri zamandan vazgeçer, hatta sağlıklarını bile mahvederler. Toplumumuzda para hem acıya hem de zevke bağlanmıştır. Çoğu zaman hayatımızın kalite farkını ölçmek için kullanılmakta, varsıllarla yoksullar arasındaki farkı daha çok büyütmektedir. Bazı insanlar para sorunuyla baş edebilmek için, paranın önemli olmadığı numarasına kalkışırlar, ama parasal sıkıntı hepimizi hayatımızın her gününde etkileyen bir gerçektir. Özellikle yaşlılar için, paranın yokluğu, en hayatî kaynakların yokluğu anlamına gelebilir. Bazıları için de para esrarengiz bir şeydir. Kimisi onu arzuların, gururun imrenme duygularının, hatta nefretin kaynağı olarak görür. Hangisi doğrudur bunların? Para rüyaları gerçek eden şey midir, yoksa tüm kötülüklerin kaynağı mıdır? Bir araç mıdır, yoksa bir silah mıdır? Özgürlük, güç, güvence kaynağı mıdır? Yoksa yalnızca sonuca ulaşacak bir araç mıdır? Siz de, ben de, aklımızla biliyoruz ki para yalnızca bir alışveriş aracıdır. Bir toplum içinde, yaratma, elden ele geçirme ve değer paylaşma işlerini kolaylaştırmamıza izin verir. Çeşitli işlerde uzmanlaşabilmek, acaba başkaları bizim ürettiğimiz şeyi takas edecek kadar değerli bulacak mı diye kaygılanmaktan kurtulmak ve özgür olmak için hep birlikte yarattığımız bir kolaylıktır. Bizler en ezici duygularımızdan bazılarını, onun yokluğuyla ilintilendiririz: Kaygı, hırslanma, korku, güvencesizlik, endişe, öfke, küçük düşme, yük altında ezilme, bunlardan yalnızca bazılarıdır. Şu ara doğu Avrupa’da tanık olduğumuz gibi, finanssal yoklukla ilintilendirilen baskılar yüzünden siyasal sistemler devrilmiştir. Siz hiç parasal stresle yüzleşmemiş bir ülke, bir şirket, bir insan düşünebiliyor musunuz? Pek çok kişi, yeterli paraya sahip olduğu anda hayatındaki bütün zorlukların sona ereceğine inanma yanılgısına düşer. Oysa bundan yanlış şey olamaz. Daha çok para kazanmak, kendi başına ele alındığında, insanları hiç de özgürleştirmez. Ama beri yandan, daha büyük parasal özgürlüğün ve finanssal kaderinizi elinize almanı size büyüme, paylaşma, kendiniz ve başkaları için değerler yaratma olanağı vereceğini inkâr etmek de bir o kadar gülünçtür. O halde neden o kadar çok kişi, bunca ekonomik fırsat varken, yine de parasal bolluğa kavuşamamaktadır? Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, insanlar bir bilgisayarla ilgili ufacık bir fikir bulup yüz milyonlarca dolar kazanabiliyor ve bilgisayarı da kendi garajlarında üretmiş olabiliyorlar! Çevremiz inanılmaz olanakların rol modelleriyle dolu. Servet yaratmayı ve korumayı bilen insanlar onlar. Peki, bizi servet kazanmaktan alı koyan nedir? Nasıl oluyor da bunca insan ömür boyu çalıştıktan sonra, yaşlı günlerinde ailenin yada hükümetin desteği olmadan kendini geçindiremiyor? Kalıcı servetin anahtarlarını yokladığımda, bir tek şey önümde beliriverdi. Aslında servet kazanmak basit bir şey. Ama yine de pek çok insan bunu yapamıyor, çünkü parasal çeşmelerinde bazı delikler var. Bunlar bazen iç değerlerle inançların çatışmasından oluşuyor. Bazen de başarısızlığa yönelik zayıf planların sonucu oluyor. Bu bölüm size, tüm parasal hayatınızın kontrolünü tek başınıza elinize almak için bilmeniz gereken her şeyi öğretecek değildir. O işi yapabilmek için herhalde bir bölümden çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Ama yine de size bazı temelleri aktarmak, sizin de bunları, bu çok önemli alanda kontrolü derhal elinize almakta kullanmanız mümkündür. Önce inançlarımızın davranışlarımızı yönetme gücünü hatırlayarak başlayalım. Çoğu insanların parasal açıdan başarılı olamamasının en sık rastlanan nedeni, daha çok paraya sahip olmanın neleri gerektirdiği konusundaki, bir de, fazla para sahibi olmanın, yani şu andaki hayatlarını sürdürmeye yetecek paradan daha fazlasına sahip olmanın ne anlama geldiği konusundaki asosiyastonlarının karışık olmasındandır. Bölüm 5’de öğrendiğiniz gibi, beyniniz ancak nelerden kaçınacağı ve nelere doğru gideceği konusunda biz genellikle ona karışık sinyaller yollarız ve tabii karışık sonuçlar alırız. Kendi kendimize, para bize özgürlük verir, deriz. Sevdiğimiz kimselere karşı verici olmamızı sağlar, hep rüyasını gördüğümüz şeyleri gerçekleştirme, boş zaman artırma olanağı verir, deriz. Ama aynı anda, çok parayı biriktirebilmek için çok dahs fazla çalışmak gerektiğine, çok zaman harcamak gerektiğine, o zamana kadar da herhalde paraların tadını çıkaramayacak kadar yaşlanacağımıza inanıyor olabiliriz. Ya da belki, eğer fazla paramız olursa, manevi değerlerimizin eksileceğine, insanların bizi yargılayacağına, paramızı dolandıracağına inanıyor olabiliriz. Ne diye zahmet edelim ki, diyebiliriz. Bu olumsuz asosiysyonlar sırf bizle sınırlı da değildir. Bazı kimseler, parasal başarıya ulaşanlara karşı güceniklik duyar. Madem ki çok para sahibi olmuş, demek ki birilerinin hakkını yemiş, derler. Eğer siz de para sahibi olmuş birine bu tür duygular beslerseniz, beyninize nasıl bir mesaj yollamış olursunuz? “Fazla para kötüdür” mesajını, değil mi? Siz başkalarına karşı bu tür duygular besleyince, zihninize de bilinciniz dışında, başarılı olmak için “kötü” insan olmak gerektiği yolunda mesaj yollamış olursunuz. Başkalarının başarısına bozulmakla, kendinizi o istediğiniz ve ihtiyaç duyduğunuz parasal bolluktan kaçınmaya şartlandırırsınız. İnsanların paraya hükmedememesinin ikinci en sık rastlanan nedeni de, işin fazla karmaşık olduğunu düşünmeleridir. Kendi paralarını yönetmek için bir “uzman” isterler. Doğrusu bu konuda antrenör bulmak da fena şey değildir zaten Kader Finanssal Hizmetleri adlı şirketimizi de bunun için kurduk), ama hepimiz eninde sonunda, verdiğimiz parasal kararların sonuçlarını anlayacak kadar eğitilmiş olmalıyız. Eğer bir başkasına bağlı kalırsanız, o kişi bu işin ne kadar ustası olursa olsun, bir terslik olduğunda siz hep onu suçlarsınız. Ama kendi para durumunuzu anlayabilme sorumluluğunu üstlenirseniz, kendi kaderinizi kendiniz yönetebilirseniz. Bu kitaptaki her şey, kendi zihnimizin, vücudumuzun ve duygularımızın nasıl işlediğini anlama fikrine dayalıdır, böyle olduğu için de, kaderimiz üzerinde bir hayli kontrol sağlama kapasitemiz. Parasal dünyamız da bundan pek farklı değildir. Onu da anlamalı, kendinizi finans konusunda karmaşık olduğuna dair inançlarla sınırlamamalıyız. Konunun esaslarını bir kez anladınız mı, parayı yönetmek oldukça kolaylaşır. O halde finanssal dünyanızı kontrolünüze alabilmek için size ilk vereceğim görev, NAC (nörö-Asosiyatif Şartlanma) teknolojisini kullanarak kendinizi finanssal başarıya şarlanmanız olacaktır. Ekonomik bolluğa kavuştuğunuzda aileniz için yapabileceklerinize, kendi elde edeceğiniz huzura iyice bağlanın. İnsanları parasal başarıdan uzak tutan ve büyük stres yaratan üçüncü önemli inanç da, azlık kavramıdır. Çoğu kişiler, her şeyin sınırlı olduğu bir dünyada yaşamakta olduğumuza inanırlar. Arazi şu kadardır, petrol bu kadardır, kaliteli evlerin sayısı o kadardır, fırsatlar şu kadardır, zaman da bu kadardır. Böyle bir hayat felsefesiyle, sizin kazanabilmeniz için bir başkasının kaybetmesi şart olmaktadır. Bu oyun, toplamı sıfır olan bir oyun olmaktadır. Eğer buna inanıyorsanız, parasal başarıya ulaşmak için 190’lerdeki soyguncu baronlar gibi davranmak, belli bir malda piyasayı sıkıştırıp bir ürünün yüzde 95’ini almak, diğer insanlara düşen payı %5’lerde kıstırmak zorundasınız demektir. Oysa aslında, nadir bir malı böyle stoklamak, günümüzde artık kalıcı bir serveti sağlayamamaktadır. Yakın arkadaşlarımdan Paul Pilzer, Wharton İşletme Okulu mezunudur ve simya teorisi diye bilinen ekonomik teorisiyle de üne kavuşmuş bulunmaktadır. Paul geçenlerde, size de şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap yazdı. Kitabın adı bile, onun çekirdek inancını ve o inancı desteklemek için elinde var olan kanıtları gösteriyor. Kitabın adı Sınırsız Servet, çünkü Paul bize zengin kaynaklı bir çevre içinde yaşamakta olduğumuzu söylüyor. İnsanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş en benzersiz dönemi yşadığımıza, nadir fiziksel kaynaklarla ilgili geleneksel fikrimizin artık servet konusunda birincil önem taşımadığına işaret ediyor. Bugün fiziksel kaynakların değerini teknoloji saptırıyor, stokunun ne kadar olduğu da yine teknolojinin elinde kalıyor, diyor. Power-Talk adlı radyo programında onunla röportaj yaptığımda, Paul bana kaynakların varlığını ve değerini nasıl teknolojinin kontrol ettiğine, her ürün ve hizmetin fiyatıyla değerini de nasıl yine teknolojinin kontrol ettiğine dair harika bir örnek sundu. Yetmişli yıllarda, petrolün bitmek üzere olduğundan herkes emindi. 1973 yılına gelindiğinde, insanlar benzin kuyruklarında saatlerce bekliyor dünyanın en büyük uzmanları, bilgisayar analizleri yapıp bize tüm dünyada 700 milyar varil petrol kaldığını haber veriyorlardı. O günlerdeki tüketim hızımızı esas alırsak, bu mal bize otu beş yada kırk yıl yetecekti. Paul bu analizlerin doğru olduğunu söylüyordu. 1988 yılı geldiğinde, eldeki rezervlerimizin 500 milyar varile indiğini görmemiz gerekirdi. Oysa 1987’de elimizde bulunan petrol, on beş yıl öncekinin %30 fazlasıydı! 19888 tahminleri bize 900 milyar varil var diyor, bunu söylerken de yalnızca kanıtlanmış rezervleri hesaba katıyordu. Bugünkü araştırmacıların, yeni geliştirilmiş bulma ve çıkarma teknikleriyle piyasaya sunabileceğine inandıkları 2000 milyar varillik rezervler buna dahil değildi bile. Peki, eldeki petrolün miktarında bu radikal değişikliği sağlayan şey neydi? İki şey: Birincisi, petrol bulma yeteneklerimiz elbette teknoloji sayesinde gelişmişti. Teknoloji ayrıca petrolü daha randımanlı kullanma yeteneklerimizi de güçlü biçimde etkilemişti. Bilgisayarlı yakıt enjektörlerinin hemen her otomobile takılacağı, arabalarımızın yakıt randımanını bir anda iki katına çıkaracağı, 1973’de kimin aklına gelirdi ki?üstelik 25 dolara satılan bu bilgisayar chip’i, 300 dolarlık karbüratörün de yerini alıyordu! Bu teknoloji geliştiği anda, eldeki benzin stokumuz bir anda iki katına çıkmış, petrolün görece azlık rakamları da göz açıp kapayıncaya kadar değişmişti. Aslınsa bakarsanız bugünkü petrol fiyatları, enflasyon payını hesaba katar, bir litreyle ne kadar mesafe alabileceğimizi de hesaplarsanız, otomobilin icat edilmesinden bu yana kilometre başına düşen en düşük fiyattır diyebiliriz. Ayrıca biz öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, şirketler olsun, insanlar olsun, gereğinden fazla acıyla yüz yüze geldikleri anda hemen başka alternatif kaynaklar arıyor, aradıkları sonuçları o yollarla elde etmeye çalışıyorlar. Dünyanın her yanındaki bilim adamları bugün petrole alternatif enerji kaynakları bulmaya çalışıyor, fabrikaları, otomobilleri, hatta uçakları onlarla uçurmanın planlarının peşinde koşuyorlar. Paul o röportajda, Teksaslı Hunt kardeşlere olanların, piyasayı sıkıştırıp para vurma yönteminin artık sonuç vermeyeceğini göstermeyeceğini göstermeye yettiğini söyledi. Hunt’lar gümüş piyasasının kontrolünü ele almaya çalıştıklarında iflas etmişlerdi. Neden mi? Başta gelen nedenlerden biri, dünyada gümüşü en çok kullanan tüketicinin Kodak firması olmasından, bu madeni developman sürecinde kullanmasından kaynaklanıyordu. Fiyatların yükselmesi gibi bir acıyla karşı karşıya kalınca, Kodak hemen fotoğraf developmamınının alternatif yollarını bulmaya yönelmiş, çok geçmeden gümüşe olan ihtiyacını azaltmıştı. Gümüş fiyatları hemen düşmüş, Hunt’lar da silinip gitmişlerdi. Günümüz toplumunun bazı en güçlü aynı kişileri de aynı hataya düşmekte, servet yaratmak için o eski formülü kullanmaya kalkmaktadırlar. Sizin de benim de anlamamız gerekir ki, her şeyin değeri teknolojiye bağlıdır. Teknoloji artık bazen bir malı, paha biçilmez bir kaynak haline getirebilir.. unutmayın ki bir zamanlar çiftliğimizde petrol çıkması bir lânet sayılırdı. Oysa teknoloji onu ne büyük bir servet kaynağı haline getirdi. Paul’e göre gerçek servet, onun ‘ekonomik simya’ dediği şeyi uygulamaktan kaynaklanıyor, o da çok az değeri olan bir şeyi alıp, onu çok daha fazla değerli bir şey haline çevirebilmek anlamına geliyor. Ortaçağda ilm-i simya ile uğraşanlar, kurşunu altına çevirmeye çalışır dururlardı. Onu başaramadılar. Ama bununla uğraşırken kimya biliminin temellerini atmış oldular. Bugün zengin olanlarda aslında modern çağın simyacıları. Sıradan bir şeyi değerli bir şey haline çevirmeyi öğrenmişler, bunun ekonomik ödüllerini de almışlar. O ödüller bir dönüşüm sonucu gelmiş. Bir düşünürseniz, bilgisayarların o akıl dondurucu o işlem hızı da toprağa dayalı değil mi? Silikon da topraktan çıkmaz mı? Fikirleri ve düşünceleri alıp onları ürüne ve hizmete çeviren insanların yaptığı da kesinlikle simya. Servetlerin tümü zihinde başlar! Günümüzün simyası, en zenginlerin servetlerini yaratmış. Adı ister Bill Gates olsun, ister Ros Perot olsun, ister Sam Valton, ister Steven Jobs. Bu insanların her biri, gizli bir değeri, yani fikirleri, enformasyonu, sistemleri almış, onları belli bir biçimde düzenleyip, daha çok insanın kullanımına sunmuşlardır. Bu katma değeri yaratırken de, korkunç büyüklükte ekonomik imparatorluklar oluşturmuşlardır.

Kaynakça: İÇİNDEKİ DEVİ UYANDIR, Anhony ROBBINS-Çev:Belkıs Çorakçı Dışbudak:İnkılap Kitabevi (www.inkilap.com)