Mustafa MİYASOĞLU
Efkâr-ı umumiye yahut kamuoyu denilen şey nasıl oluşur? Bunca ilkeler, toplumu yönlendiren devlet müesseseleri, kanunlar ve bütün bunları öğreten okullar varken, halkın belli bir kesimi nasıl olur da Anayasaya ters düşen yollarda arzu ve istek sahibi kılınır? Bâbıali’ye yerleşen ve Tânzimat’tan bu yana yüklendiği muhalefet rolünü hiç kimseye bırakmayan “matbuat” hazretleri devletten daha mı güçlüdür? Matbuat mensuplarında hak ve hakikat duygusu neden bu kadar azdır?
Buna benzer soruları bu ülkede yaşayan herkes gibi zaman zaman ben de düşünmüş, sosyal ve siyasal dalgalanmalarda basının şaşırtıcı etkisini görerek sendelemişimdir. Hele yaşadığımız kültür değişiminde baştan beri basının tuttuğu yer, devletin resmî okullarından daha etkili olmuş, giderek onun ilkelerini bile geride bırakacak bir yabancılaşmanın sözcüsü durumuna gelmiştir. Üstelik, yerli düşünce adına atılacak her olumlu harekete karşı çıkanlar, Demokles’in kılıcı gibi ilkelerle ülküleri tehdit unsuru olarak kullanmışlardır. Çok satan bir günlük gazetenin manşeti, kimi zaman Bakanlar Kurulu’nu bile birbirine düşürecek bir etkiye sahiptir. Bu basın denen bin başlı ejderin derdini bütün iyi niyetli devlet adamlarıyla birlikte bu suskun Müslüman topluluğu epey çekmiştir.
Bir sanat adamı için günlük yazıların pek çok sakıncası vardır. Aktüaliteye bulanmak, gelip geçici şeylerle “acur olmak” her zaman mümkündür. Sanat çalışmalarını engellediği gibi, gereksiz dağılmalara da yol açabilir. Ayrıca sanat meraklısı, güzellik tutkunu, sürekli yeni tatlar peşindeki insan ile gazete müşterisi çoğu zaman aynı tip insanlar değildir. Yani gazetede sağlanabilecek şöhretin sanat hayatına pek büyük bir faydası da olmaz. Bunlardan başka, bir tür nezâhet duygusuyla gazeteden uzak kalmaya çalışan sanatçılarla sanatseverlerin kaygılarına da muhatap olurlar…
Bunca mahzuruna rağmen yine de yüzlerce sanatçının gazetelerde yazısına rastlayabilirsiniz. Dergilerin sınırlı okuyucu kadrosuyla yetinemeyen, bir kitap boyutuna ulaşamayan mesajlarını geniş okuyucu kalabalığına iletmek isteyen sanatçının sorumluluk duygusunu, sancılı şuurunu anlamak gerek. Eğer bu dünyada günübirlik ihtiyaçlar ve orta malı kanaatlerin üstünde bulduğu değer yargılarıyla bir şeyler yapmak isteyen sanatçı, günlük gazetenin risklerini göze almışsa, bunda onu da aşan birtakım sebepler vardır. Bunun en önemlisi, sosyal ve kültürel sorumluluk duygusudur.
Bir toplum önemli dönüm noktaları yaşıyor, fevkalâde şartların sıkıntılarını omuzluyorsa, sanatçı köşesine çekilip tasarılarıyla baş başa kalamaz. Bilâkis yaşanılan dönemin şuurunu ilk kavrayanlardan biri olarak kalemi alıp inandığı hayat ve dünya görüşünün savunuculuğunu üstlenir. Sanatçı için sokağa çıkmak, gazetelere yazmak biçiminde anlaşılabilir. Bunun için itiraf etmeli ki biraz cesaret, tasarladığı eserlerin güme gitmeyeceği ve belki daha aydınlık bir şuurla ortaya konabileceği yolunda tevekkül sahibi olması gerekir. En çok da seviyesini kaybetmeyeceğine güvenmesi…
Bu yolda bizden önceki nesillerden pek çok örnek var. Gazetelerde yazan ve “edîb” olarak adlandırılan pek çok fıkra yazarı hatırlıyoruz. Peyami Safa, Necip Fazıl ve Tarık Buğra böyle şahsiyetlerdi. Ben de günlük gazete aracılığıyla birtakım gerçekleri okuyucu kalabalığına iletmeye çalışan sanatçılar arasında yer aldığım için Allah’a şükrederim. Böylece, resmi destekli batıcı kültürü eleştirebiliyor, bir şuurun yüklediği sorumlulukla kendi gündemimizi konuşabiliyoruz.

Mustafa MİYASOĞLU

Kaynakça: http://www.vakit.com.tr/applicationfile4.php?selectid=7