Engelleri birlikte kaldıralım

Sakat, özürlü veya engelli kimdir? Doğuştan ve doğum sonrası geçirilen bir hastalık veya kaza sonucunda fiziksel, zihinsel, ruhsal yeteneklerin kısmen ya da tamamen yitirtilmesi ve hayatı özür dercesine göre sürdürme güçlüğü çekmek, korunma başta olmak üzere bakım ve rehabilitasyon hizmetlerine ihtiyaç duyma durumunda olan insandır.

İnsan hayatını bir uçaktan atlayarak ve paraşütün açılmasıyla yere inme çabası olarak tasavvur edersek, engelliyi paraşütü açılmayan ve sonradan işlevsiz kalan insan olarak değerlendirebiliriz. Paraşüt niçin açılmamıştır ya da sonradan niçin bozulmuştur? Bunları tartışmanın hiç kimseye bir faydasının olmadığı çok açıktır. Mühim olan sorun odaklı tartışmak değil, hayat kalitesini artırmak için, yani engelli insanların önündeki engelleri olanaklar ölçüsünde kaldırmak için çözüm yolları bulmaktır.

Bir toplumun, yaşlılarına, hastalarına, düşkünlerine, gerçek ihtiyaç sahiplerine, maddi ve manevi ilgiye muhtaç olanlara karşı ilgi, tavır, tutum ve davranışları, bu toplumun insanlık değerleri açısından hangi seviyede olduğunu ortaya koyan somut bir gösterge olarak görmek gerekir. Ayrıca hiç kimsenin unutmaması gereken önemli bir husus, ne kadar sağlıklı olura olsun, her insanın bir gün –Allah göstermesin- bir engelli olarak yaşamayacağının veya yaşamak zorunda kalmayacağının hiçbir garantisi olmadığı gerçeğidir. Bu gerçek doğrultusunda devletler için de bir değerlendirme yapacak olursak, gerek eski ve geçmiş tarihlerde, gerek bugün ve gelecekte insanların temel ihtiyaçlarını organizeli, düzenli bir şekilde karşılamak için kurulan devletlerin tüm vatandaşlarla birlikte hasta, yaşlı ve engellilerin hayat kalitesini artırma konusundaki temel politika ve icraatları, aslında devlet olma şartlarına sahip olup olmadıklarını somut olarak göstermektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre bütün dünya nüfusunun yüzde onu özürlülerden oluşmaktadır. Bu oran ülkelerin gelişmişlik oranlarına göre değişmektedir. Gelişmişlik durumuna göre bu oranın yüzde on beşlere kadar çıktığı ifade edilmektedir. Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler kategorisinde sayılmasından dolayı özürlü oranın yüzde on iki civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye’de engellilerle ilgili elle kullanılan tekerlekli sandalye üretimi dışında herhangi özel tertibatlı araç üretilemiyor. Engellilerin kullandığı özel tertibatlı araçların tamamı ithal. Fakat ithal edilen araçların özürlüler açısından kullanım özellikleri standart olduğundan kullanıma pek elverişli olmadığını görüyoruz. Örneğin ben Spinal Müsküler Atrofi, yani bir kas hastasıyım. Şarjla çalışan otomatik bir sandalye var. Ancak oturma düzeninin bana uygun olmaması nedeniyle aylarca uygun hale getirme mücadelesi verdim. Yine de isteğim tam olarak gerçekleşmedi. Çünkü bu işi yapacak bir sektör yok, yan sanayi kuruluşları yok. Satın aldığımız özel tertibatlı tekerlekli sandalyeyi üreten firmanın olduğu ülkede yaşasam veya bu firma benim ülkemde üretim faaliyeti yapsa bu sandalyeyi benim kullanabileceğim şekilde yaptırma olanağım olacaktı. Sadede gelirsek biz engellilerin ihtiyaçlarına cevap verecek özel donanımlı ve tertibatlı araçlar üreten sektör oluşmamış henüz. Engellilerin ekonomik imkânları ihtiyaç duydukları araçları temin etmeye yetmiyor. Bu konuda devletin sağladığı özel bir destek yok. Dolayısıyla bu araçların üretimi konusunda yeterli çalışmalar yapılamıyor. Engellilerin hayata aktif bir şekilde katılmalarını sağlamak ve ihtiyaçlarının karşılanmasını bütünüyle devletten beklemek elbette ki doğru olmaz. Ancak devletin bu alanda proje üreten, yapılan çalışmalara her bakımdan destek veren öncü bir konumda olması gerekmez mi?

Yine engellilerin aktif olarak hayatın içinde olmalarını sağlayacak çalışmalarda özel ve ticari kuruluşlara önemli sorumluluklar ve görevler düşmektedir. Herhangi bir sanatsal, spor veya başka alanlarda yapılan organizasyon ve faaliyetlere sponsorluk yapan veya destek veren firmaların engelliler için yapılacak projelere destek vermeleri gerekmez mi? Tabi ki bu konuda çeşitli şekillerde destek veren kuruluşlar var. Ancak verilecek desteklerin reklam boyutunu çoktan aşarak yürekten olması, sevgi ve saygı boyutuyla gerçekleşmesi gerekmektedir.

1993 yılından itibaren Ankara’da yaşıyorum. Ak Parti hükümeti iktidar olduğu yıllarla bugünü karşılaştırdığımda, engellilerin yaşam kalitesinin artırılması konusundaki olumlu gelişmeler, yıllar önce hayal bile edilemezdi. Hangi konularda diye bir soru sormak benim için abesle iştigaldir. Yıllar önce Ankara’da bir engelli olarak dışarı çıkmak, normal insanların yaşadığı hayatı asgari düzeyde yaşamak için ulaşım ve mimari engeller başta olmak üzere sayısız engel vardı. Ama bugün belediye otobüsleriyle bile istediğim pek çok yere gidebiliyorum. Bunun gibi, engellilere ve ailelerine verilen maddi ve manevi destekler gibi sayılamayacak kadar çok olumlu gelişmeye şahit olduk. Bundan dolayı öncelikle Sayın Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN ve çalışma arkadaşlarına canı gönülden şükranlarımızı sunuyor, Allah’tan üstün muvaffakiyetler diliyoruz.

Bu olumlu gelişmeler henüz tam anlamıyla engellilerin ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Bunun çok temel bir nedeni var. Evet, çok olumlu gelişmeler oluyor ve çok önemli konularda yasalar değişiyor ama toplumda engellilere karşı bakış açısı pek değişmiyor. Aslında engellilerin toplumun önemli bir kesimi tarafından düşünen, üzülen, sevinen bir insan olarak kabul görmediğini ifade edebiliriz. Bu zihniyet gerçekten var ve görmezlikten gelinemez. Burada 2011 yazında yaşadığım küçük bir hatıramı nakletmek istiyorum. Tekerlekli sandalyemle içeri giremediğim için namaza Hacı Bayram Camii avlusunda durmuş ve tekbir getirirken yanıma gelen altmış yaşlarında bir hanımın bana 100 TL vermeye çalıştığını fark ettim. Biraz sitem ederek geri çevirdim. O an ne kadar hayretle karşılandığımı fark ettim. Yani, o an muhtemelen potansiyel bir dilenci olarak görülmüş olmalıyım parayı kabul etmeyişim hayretle karşılanmıştı. Sonra arkadaşımla şakalaştım: “Bak, ne kadar kaliteli bir dilenci olmuşum ki bana başka hiç kimseye verilmeyen bir para vermeye çalışıyordu” dedim. Her engelliyi ‘potansiyel bir dilenci’ ve ‘acınmaktan başka bir şeye layık olmayan bir zavallı’ gören bu zihniyet bir var. Fertten aileye, aileden tüm toplumda etkisini hissettiriyor. Şükür ki, çoğunluk düşünen, anlayan, değer veren bir anlayışa sahip. Ama bu negatif bakış açsının da tasfiye edilmesi gerekiyor. Bunun için basın yayın kuruluşlarının duyarlılığı çok önemli. Basının yanlışlıkları uygun bir üslupla dile getirip toplumsal duyarlılığı artırmaya katkı sağlamaya gayret etmesi gerekir. Uzak veya yakın, aile veya toplumda insanların genel bakışı “ah zavallı” penceresinden… Bu anlayış o kadar yerleşmiş ki, bir engelli önemli bir iş yapsa, bu sefer “nasıl olur?!” hayret ve istihza dolu bakış açısıyla değerlendirilmeye çalışılıyor.  Herkes bir engelli ile karışlaştığında acımakta ve acıyarak temel insanlık görevini yaptığını zannetmektedir. Acımak her canlı varlığın benliğinde ve özellikle insan fıtratında var olan bir duygudur. Dolayısıyla insan acıyarak bir şey yapmış olmuyor. Önemli olan hayatın sorumluluğunu paylaşmak, değer vermek, gerçekten sevmek, sevginin doğal sonucu olarak anlamak, başkasının hayat kalitesinin yükselmesine katkıda bulunmaktadır. İşte engellilerin beklentisi de herkes gibi yaşanan hayatın içinde yer almak, hayatın sorumluluğunu paylaşmak ve her insan gibi içinde bulundukları topluma elinden geldiğince maddi ve manevi katkıda bulunmaktır.  

Yapılması gerekirken yapılmayanlar bir yana, yapılan yasal düzenlemeler incelendiğinde birçok olumsuzlukla karşılaşırız. Oysa yasal düzenlemelerde esas olan, şartlar doğrultusunda gereken değişikliklerin hemen yapılıp uygulamaya konabilmesi, bu konudaki yasaların istismarı önleyici olduğu kadar yeni durumlar karşısında esnek bir nitelikte olmasıdır. Ama pek çok yasada bu gerçeklere uymayan düzenlemeler dikkati çekmektedir. Bu konu hakkında hiç dikkati çekmeyen ve aslında önemsiz gibi görünen bir örnek vermek istiyorum. En başta şu rapor meselesi… Kendimden örnek vereyim. Ben tedavisi bugün için mümkün olmayan kas hastasıyım. Hastaneden aldığım raporla Başbakanlık Özürlüler İdaresi tarafından bana verilen engelli kimlik kartım var. Raporu aldığımda daha iyi bir durumdaydım. Yani, özür oranım daha da arttı. Ama ben bir araç satın alacak olsam yeni bir rapor almam gerekiyor. Böyle bir ihtiyaç için birçok resmi işlem yaptırmak zorundayım. Almak istediğim aracı birinci, ikinci ve üçüncü derecede yakınım veya iş akdi ile istihdam ettiğim birinin kullanma zorunluluğu var. Peki, bu olanaklara sahip değilsem, yani bana yardımcı olan sadece bir arkadaşımsa, ne yapabilirim? Çare yok, ya araçtan vazgeçmem veya yasayı ihlal etmem gerekiyor. Siz olsaydınız ne yapardınız? Kazara bir engelli zorunluluk karşısında herhangi bir yere gitmek için aracını başka birisine kullandırmak istese işi fevkalade zor demektir. Aslında ilk bakışta şartlar gayet normal denebilir ancak hiçte öyle değildir.

Bugün Türkiye’de yaşayan engellilerin büyük çoğunluğu ulaşım imkânlarının yetersizliği başta olmak üzere, var olan birçok engel yüzünden eğitimden yoksun bir şekilde yaşıyor. Zihinsel yetenekleri yönüyle üstün olan yüz binlerce engelli hiçbir şey yapmadan hayatını geçiriyor. Oysa özürlüler büyük bir beyin potansiyeline sahip. Yapılacak bir incelemeden sonra ortaya çıkacaktır ki, beyin gücü açısından toplumun içinde en yetenekli olan insanların içinde bedensel engellilerin özel konumu vardır. Özellikle teknolojilik imkânlardan yararlanarak sırf özürlüler için uygulanacak bir sistemle, bu insanlara evlerinde, ilgi alanlarına göre gerekli eğitim olanağı sunulursa sadece kendileri ve aileleri için değil, bütün toplum ve ülke için çok büyük yararları olacaktır. Engellilere online üniversite okuma, araştırma ve akademik çalışmalar yapma olanakları sunulmalıdır.

Engellilere devletten üç aylık periyotlarla ödenen engelli aylığı kadar önemli olan, engellilerin ülke çapında üretim faaliyetine katılmalarını sağlamak için projeler üretmek ve bürokratik ve mevzuat engellerini kaldırmaktır. Bugün herhangi bir engelli bir ürünü üretip piyasaya sunacak olsa bunun için pek çok mevzuat engeliyle karşı karşıya kalmaktadır. Örneğin, ev ortamında bir engelli tarafından üretilen herhangi bir ürün, kültürel bir eser, bu ürünü evinden pazarlama, satma işlemlerini yapabilmesi için gerekli yasal düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Ticari faaliyet gösteren bir kuruluşun sahip olduğu haklara bir engelli kişisel olarak sahip olabilmelidir. Hatta iş hayatıyla ilgili yasal düzenlemelerde engellilere pozitif ayrımcılık yapılması gerekir.

Engellilerin yaşamını kolaylaştırmak açısından rehabilitasyonun çok büyük önemi var. Sağlık Bakanlığı, özür durumuna göre psikoterapi ve fizyoterapi, yani rehabilitasyon tedavileri konusunda kapsamlı çalışmalar yapmalıdır. Bazı özel rehabilitasyon merkezlerinin bilinçsiz ve hatta art niyetli çabaları hem devlet bütçesine hem de engelli sağlığına zarar vermektedir. Çok sayıda engelli sivil toplum kuruluşları içinde az da olsa bazılarının amaca uygun çalışmadıkları ve istismar denebilecek faaliyetler yaptıklarıyla ilgili iddialar dikkate alıp gerekli yasal işlemler yapılmalıdır.

Özellikle engelli insanlar konusunda öneminin pek farkında olmadığımız bir konu var. Olumsuz hayat koşulları fiziksel güçsüzlükle birleşince çaresizlik, işe yaramazlık, umutsuzluk, sıkıntı, alınganlıkla birlikte evhamlı ve takıntılı düşünceler, değersizlik gibi olumsuz duygulara yol açmakta; gelecek kaygısı ve suçluluk duyguları peşi sıra gelmektedir. İç çatışmaların ve negatif duygusal yoğunluğun sonucunda engelli insanların yaşam kaliteleri düşmektedir. Bu durum ise engelli insanın her konuda kaygılı bir kişiliğe sahip olmasına yol açmaktadır. Kaygılı bir insan, ruhsal savunma yeteneğini büyük ölçüde yitirilebilmektedir. Ruhsal savunma yeteneğini, psikolojik dengesini büyük ölçüde kaybeden bir insanın bir şeyler yapmasını, ayakta kalmasını sağlayan öz güveni sarsılmaktadır. Bir insanda öz güven duygusunun varlığı ve gelişmesi hayata bağlanması açısından birinci derecede önem taşımaktadır. Engelli insanların öz güvenlerini geliştirebilmeleri için mutlak anlamda psikolojik desteğe ihtiyaçları vardır. Bütün bu olumsuzlukların ortadan kalkması için engellilere verilecek psikolojik yardım ve desteğin gerekliliği bir mecburiyettir. Bu konuda ailelere de psikolojik destek verilmesi ve engelli çocuğu olan ailelerin en iyi şekilde bilinçlendirilmesi gerekir. Gerekli psikolojik tedavilerin, ruhsal terapilerin yapılması halinde engellilerin içinde bulundukları ve aşamadıkları olumsuz duygular pozitif bir yaşam enerjisine dönüşecektir. Bu olumlu gelişme ise sadece özürlü ve özürlü yakınları için değil, bütün toplum için yararlı olacaktır.

Rehabilitasyon tedavileri konusunda çalışmalar yapanlara devletin hem özel önem vermesi ve gerekirse her türlü desteği vermesi bir zorunluluk. Uzun yıllar düşündüğüm ve sadece benim durumumda olanlar için değil, pek çok rehabilitasyon tedavisi gören hasta grubu için yeni ümitlerin doğmasına vesile olacak bir yöntemin denenmesi için ihtiyaç duyalan uzman, yer ve kurum konusunda ne yapılabilir, nasıl destek alınabilir bilmiyorum. Sağlık Bakanlığı bu benzer konulara özel bir önem vermelidir.

Hasılı, sorunlar çok ama çözüm yolları yok değil. Bilmelidir ki, bütün sorunlar çözülmeleri için var oldukları gibi, bütün zorluklar da üstesinden gelinmeleri için vardırlar. AB’ye girmek için büyük çaba içinde olan Türkiye’nin engelliler konusunda Batı ülkelerinde yapılan çalışmaları da dikkate alıp bu konuda icraatlarını mükemmelleştirmelidir. Yapılacak yasal düzenlemeler konusunda engelli, engelli aileleri ve engelli sivil toplum kuruluşlarından bilgi, deneyim ve gözlemleri dikkate alınmalıdır.

Engellilerin karşılaştığı önemli sorunlardan biri de psikolojik-duygusal şiddete maruz kalmaları, yani söz ve tavırlarla alay, küçümseme hatta istismar edilme durumuyla karşı karşıya kalmalarıdır. Bu tür durumlara muhatap olan engelli insanların sayısız mağduriyet yaşadıkları bilinen bir gerçektir. Ancak engellilerin uğradıkları haksızlıklar ve mağduriyetler öylece kalmaktadır. Aslında bu haksızlıklar temel insan haklarının ihlal edilmesi anlamına gelmektedir. Bu ihlallerin tabiî ki hukuk da bir karşılığı vardır. Ancak engellilerin bu konuda hiçbir bilgisi bulunmamakta, uğradıkları haksızlıkların telafisi konusunda ne yapmaları, kime ve nereye başvurmaları gerektiğini bilmiyor veya engellilik durumundan dolayı yapamıyor olmaları haksızlıkların devamına sebep olmaktadır. Bu konuda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bir çalışma yapması, engellilerin uğradığı açık haksızlıkların temel insan hakları ihlali kapsamına alınması için yasal gerekli değişiklerin yapılması, yapılan engelleme ve haksızlıkların önlenmesi için hak arama sürecinin kolaylaştırılıp gerekli yasal değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın tüm diğer bakanlıklar ve kamu kurumlarıyla koordineli bir şekilde engellilere hukuk başta olmak üzere her türlü desteği vermeye çalışmalıdır.

Bekir HAŞİMOĞLU

bekirhasimoglu@gmail.com