Bilginin Önemi, Zeka ve Akıl

Bilginin Önemi, Zeka ve Akıl
Gerek zekâ gerekse aklın en önemli malzemesi, ham maddesi bilgidir. Bilgi, çağımızın en önemli ihtiyaç ve aracıdır. Bilgi toplumların her alanda gelişmesinde birinci derecede tartışmasız bir etkiye sahiptir.Bilgi, tarih boyunca medeniyetlerin gelişmesi ve de etkin olmasında da tartışmasız büyük bir rol oynamıştır. İnsanlık tarihi boyunca, zaman içinde doğan şartlar ve teknik imkânlarla değişik alanlarda her devirde ve dönemde, gelişimin en önemli unsuru olan bilginin üretimi ve kullanılması hiç şüphesiz insanın zihinsel fonksiyonları ve akıl gücü sayesinde gerçekleşmiştir.
Dünyaca ünlü kişisel gelişim uzmanı Anhony ROBBINS SINIRSIZ GÜÇ isimli ünlü eserinde bilgi konusunda şunları söylemektedir: “Tarih boyunca hayatımızı kontrol eden güçler, çok değişik ve birbirine zıt şekillerde ortaya çıkmıştır. İlk çağlarda güç, tamamen fizyolojinin sonucuydu. En kuvvetli, en hızlı olan; kendinin olduğu kadar, çevresindekilerin de hayatını yönlendirme gücünü elinde bulundururdu. Medeniyet ilerledikçe, güç mirasla geçer oldu. Gücünü oluşturan simgelerin içinde yaşayan kral; kusursuz otoritesiyle ülkeler yönetir, diğerleri de ona yakınlıklarıyla kazanırdı. Endüstri çağının başında güç, sermaye idi. Onu elde eden endüstriyel ürünlere hükmederdi. Tüm bunlar şimdi de hayatta rol oynamaya devam ediyor. Parası olmak, olmamaktan daha iyidir. Her şeye karşın günümüzde gücün gerçek kaynağı, yine de uzmanlaşmış bilgiden geliyor. (…) Orta Çağda kral değilseniz başarılı olmak için çok sayıda zorluğu yenmeniz gerekiyordu. Endüstri çağının başlarında da, sermayeniz yoksa onu elde etmek için, kendinize has özelliklerinizi gerçekten çok kurnazca kullanmanız gerekiyordu. Fakat bugün, herhangi bir çocuk bile bir ortaklık kurarak dünyayı değiştirebilir. Modern dünyada kralların kudreti bilgidir. Uzmanlaşmış bilginin çeşitli şekillerini kullanarak insan, kendini ve birçok yönden de tüm dünyayı değiştirebilir.” (Sh: 5-6-7)
ZEKÂ VE AKILNedir zekâ?
“Problem çözme yeteneği ya da kültürel yapı ürününe/ürünlerine şekil verme olarak tanımlanan zekâ; kısaca ”doğuştan getirilen ve sonradan (çevreden) edinilen yetenekler toplamı”dır.” (Doç. Dr. Ali TEMEL)Zekâ; nesneler, hadiseler, olup biten her şey ve algılanabilecek bütün bilgiler arasındaki ilişkileri, farkları, benzerlikleri kavrama yeteneğidir. IQ (Zekâ katsayısı), Entelektüel zekâ olarak da ifade edilmektedir.
Peki nedir IQ (Zekâ katsayısı) veya Entelektüel zekâ?Entelektüel zekâ, nesneleri algılama, problem çözme, farklıklar arasında ilişki kurma yeteneğidir. Entelektüel zekâ kavramının (IQ) 1890”lı yıllarda Daniel GOLEMAN tarafından ortaya atıldığı belirtilmektedir. IQ\\”den sonra ise EQ, yani Duygusal zekâ kavramı ortaya atılmıştır.
Peki nedir EQ veya Duygusal zekâ?EQ (Emotional Quotient), Türkçe\\”ye tercüme edilmiş şekliyle Duygusal zekâ, insanın her şeyden önce kendi kendini bilmesi, anlaması, her yerde ve her zaman yaşadığı toplumu ve fertleri bütün değer ve kişilik özellikleriyle tanımasıdır. Hasılı, insanın, Allah tarafından kendine lütfedilen bütün vasıflarını iyi, doğru ve güzel bir şekilde kullanma kabiliyetidir. Bunun anlamı, kişinin karar vermede objektiflik ve yararlılık esasını gözetmesi, yeteneklerini uygun bir şekilde kullanması, sezgilerinin güçlü olması, zaaflarını bilmesi ve kendini kontrol altında tutabilmesidir. Duygusal zekâ, empati, yani kendini karşısındakinin yerine koyabilme ve anlayabilme yeteneği ve sosyal becerinin yüksek seviyede olması anlamına da gelmektedir.
Burada çok önemli bir gerçek çıkıyor karşımıza. Bir insanın başarılı ve mutlu olabilmesi için IQ (Zekâ katsayısı) Entelektüel zekâya ve (EQ) Duygusal zekâya sahip olması gerekir. Entelektüel zekâ seviyesi yüksek olanlar teknik açıdan başarılı olurlar. Entelektüel zekâ seviyesi ile birlikte Duygusal zekâ seviyesi yüksek olanlar ise toplumda saygın, sözü geçen, hayatta etkin durumda olurlar ve bu durum sosyal başarı seviyesinin yüksek olmasını sağlar.
Kitabın, yani yaptığımız derleme çalışmasının konusu ve amacı ise kısmen de olsa Entelektüel zekânın gelişimine katkı sağlamakla birlikte EQ, yani Duygusal zekânın geliştirilmesine, akıl gücünün artırılmasına vesile olmaktır. Yeri gelmişken belirtelim, bilimsel olarak EQ, yani Duygusal zekâ olarak ifade edilen kavram, bizim literatürümüzde akıl olarak yerini almaktadır. Bu akıl, kimilerinin \\”akılcılık\\” olarak tarif ettiği ve zekâya kurnazlık yaptırılması değil, mücerret fikir kabiliyeti, soyut düşünme yeteneği olan saf ve yalın akıl, yani eski tabirle akl-ı selimdir. Peki akıl nedir?Akıl; sağlıklı, sağlam ve selim düşünme kabiliyetidir. Eşya ve hadiseleri olduğu gibi tanımaya, anlamaya ve anlamlandırmaya yarayan, Allah\\”ın insanoğluna verdiği eşsiz bir lütuf ve tartışma götürmeyecek kadar mühim bir vasıf ve istidattır. Bu vasıf ve istidat (yetenek), insana iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırabilme gücünü kazandırır. Sezginin de asıl merkezi, ruhun ve gönlün başyardımcısı olan akıl, yaratılmış bütün varlıklardan insanı ayırmakla kalmaz, insana tartışılmaz bir üstünlük verir ve bu üstünlük mevkiinin karşılığı olarak da bütün varlıkların içinde sorumlu tek varlık olmanın temelini teşkil eder.
Akıl her türlü bilginin kaynağı değildir. Bilginin anlaşılması ve algılanması suretiyle en uygun şekilde değerlendirilebilmesi akıl gücünün ihtisas alanına girer. Bu gerçek doğrultusunda diyebiliriz ki mühim olan akılcı olmak değil, bütün insanlar için mutlak anlamda gerekli olan selim akıl sahibi olmaktır. Selim akıl sahibi olmak demek, sağduyu sahibi olmak, vicdanlı olmak, iyi, doğru ve güzel işler yapabilme kapasitesinde olmak demektir.
Akl-ı selim sahibi olmak yararlı ve güçlendirici olduğu gibi, akılsızlık zararlı ve sınırlayıcı etkiler doğurmaktadır. Akıllı olmanın tersi ahmaklık ve aptallıktır.
Aklı geliştiren en önemli faktörlerin başında deneyim, yani tecrübe gelmektedir. Pek çoğumuz okumamış, yazmamış, hasılı tahsil görmemiş olduğu halde toplumun içinde çok saygın ve istişare edilen, akıl danışılan, sözü dinlenen insanlara rastlamışızdır. Bu insanlar hakkında herkesin farkında olmadan \\”aklı başında adam\\” dediğini duymuşuz, hatta böyle bir ifadeyi belki de birçok kimse için bizzat kendimiz defalarca kullanmışızdır. Bu insanlardaki kabiliyetin temel kaynağının da ne olduğunu pek çoğumuz merak edip düşünmemişizdir. Nedir bu üstünlüğün ve saygınlığın kaynağı ve temel nedeni? Bu insanların bariz vasıfları, hayat tecrübelerinden elde ettikleri ilimdir, bilgidir. Bu bilginin kurumlaşmış bir okulu yoktur. Ancak bu bilgi bütün insanlara kapılarını ardına kadar açmıştır. Hayat tecrübelerini anlama gayreti içinde olan ve anladıklarıyla kendini olgunlaştırmaya çalışan her insan akıllı bir birey olabilir. Bunun tersine bir davranış içinde olmanın sonu da hiç kuşkusuz akılsızlıktır, ahmaklıktır, aptallıktır.
Aklın gelişmesine etki yapan sayılamayacak kadar çok etken vardır. Bunun için insanın her karşılaştığı hadise üzerinde gözlem ve tahlil yapması, tecrübelerin yardımıyla olumlu ve etkili bir kanaate varması en verimli akıl geliştirme ve güçlendirme metodudur. Bunun yanında çok okumak, okurken sürekli olarak daha mühim konular üzerinde yoğunlaşmak, birbirinden farklı konuları içeren okumalar yapmak, seyahat etmek, gezerken uyanık bir halet-i ruhiye içinde olmak, karşılaşılan hadiselerden mutlaka ders çıkarmak ve ibret almak, farklı hayat anlayışları ve fikirleri tanımak, dış dünya ile iletişimi sürdürmek gibi hususları aklı geliştiren ve güçlendiren faktörler arasında zikretmek mümkündür.\\”Aklın yolu birdir\\” sözünü pek çoğumuz defalarca duymuşuzdur. Ancak bunun gerçek hayatta bir türlü gerçekleşmediğini gözlemler ve de biliriz. Toplumumuzda, deyim yerinde ise, her kafadan bir ses çıkar ve en basit konularda bile bırakın uygulama safhasında, fikrî düzeyde bile asgari bir konsensüs sağlanamıyor. Peki bu olumsuzluğun altında yatan nedeni hiç düşündük mü? Hiç kuşku duymamak gerekir ki, \\”aklın yolu\\” hakikatte bir olmasına rağmen hayatta gerçekleşmemiş olmasının temelinde saf ve yalın aklın, selim aklın yetersizliği, mücerret fikir istidadının yokluğu yatmaktadır. Daha açık ifade ile açıklamaya çalışırsak, toplum olarak zekâ itibariyle bir eksikliğimiz yok, ancak akıllı olma hususunda, akl-ı selim sahibi olma konusunda henüz çocukluk çağında ve emekleme döneminde olduğumuz apaçık bir gerçektir. Fertler bu çocukluk dönemini aşıp akıllı bireyler olmaya doğru yol aldıkça toplumların maddi ve manevi gelişmesinde birinci derecede rol oynayan \\”kolektif aklın\\”, yani \\”ortak aklın\\” etkinliği, gücü hızlı bir şekilde artacak ve sorunların hızlı bir şekilde çözüldüğü görülecektir.
Selim aklın ön planda olmadığı kişi ve toplumların en belirgin özelliği kurnazlığın had safhada olmasıdır. Bu durumlarda ne hakikate karşı sevgi ve saygı, ne topum fertleri ve ne de toplumla devlet arasında güven, huzur aramak beyhudedir. Aklın hapsedildiği, kurnazlığın kral olduğu toplumlarda günübirlik şahsi ve maddi çıkarlar hayatı bütün müessesleriyle felç etmiştir.

Kaynakça: Doğu’dan Batı’dan Seçkin Sözler ve Öğütler, Bekir Haşimoğlu, Sh: 28-29